Önceki bölümlerde yaptığım can sıkıcı derlemelerde elleştiğim şey bence ne felsefe ne de bilim. Ben ''Tarih'' ile oynaşmaya çalıştım çokca bu yazılarda.Tarihin Res gestae ve de historia rerum gestarum’dan ibaret olduğuna inanmıyorum da ondan. Yani “Yapılan işler ve de yapılan işlerin tarihi.” Tarih bunların dışında bir de etkilenmeler kompozisyonudur. Yani yapılan işler sizden yıllar hatta asırlar sonra yapılacak işlere dahi bağımlıdır tarihi manada.Günü için geçerli ve doğru olan bir şey, tarihin yeniden yazımı sırasında, yapıldığı çağdan öncesi ve sonrası ele alınarak ve tarihin yazıldığı çağdaki bilgiler doğrultusunda işlenerek geçersiz ve yanlış olarak ilan edilebilir kolayca.Bunu zaman zaman, hatta çoğu zaman, ben de yaptım. Kâh Platon’u yerlere vurdum Aristoteles’i göklere çıkardım, kâh tersini yapıp talebeyi dövüp hocayı övdüm.Laf ola beri gele.Onlar dünyayı şekillediler ben hâlâ kendimi bile şekilleyemedim.Paul Valery tarihi ''Zavallı küçük tahmin bilimi'' diye adlandırır.Tarihçi zorunlu olarak seçim yapar. Az ondan az şundan. Bunu yaparken ya kendi kafasının ya çağının bağnazlığına da yenik düşmekten kurtulamaz.Örneğin Resmi Türk Tarihinde; Biz hep şanlı zaferler kazanırız. Yenilgilerimiz ise düşmanın kalleşliğinden ötürüdür. 300 yıl sürmüş ve yüzbinlerce Türkün vahşice öldürüldükleri Arap-Türk savaşlarının sonucu Müslümanlığı kabul edişimizin tarih kitaplarındaki yeri tek satırdır.”Türkler Müslümanlığı kabul ettiler.”Tarih ile ilgili bir diğer yanılgı noktasal darbelerdir.1453 yılında İstanbul düştü ve çağ değişti.Hadi oradan.Çağ değişimleri yüzyıllar sürer. ”Aynı” ile '”Başka”nın macerasındaki değişime benzer bu iş. Başkalaşırsınız ama farkında bile olmazsınız. Bir gün birdenbire herhangi bir önemli ya da önemsiz olayın sonucunda başkalaştığınızın farkına varıverirsiniz. Çağ değişimi de böyledir işte. Zaten değişmiş çağın sadece farkında olunmasıdır noktasal darbe.Bunu bilmenin hiç kimseye yararı yoksa bile inanın size vardır.Dönelim Bilim Tarihi’ne. Her türlü tarihi yazmak zordur ancak bilim tarihinin bir de kırılgan noktası vardır. Tarihi oluşturan insanların hepsi güçlü keskin köşeli zatlar iken bilimi oluşturan insanlar genelde kıskanç, içine kapanık ve bilimsel kimlikleri dışında oldukça niteliksiz insanlardır.Koskoca Leonardo da Vinci'nin kendi uygarlığını ve kendi milletini bırakıp Fransızlara hizmet eden ve ülkesinin dışında sessiz sedasız ölen bir dev olduğunu unutmayalım.Tarih düzenlerken ise tarihi yaratan kimliği bir kenara bırakıp “Res gestae” ile uğraşamazsınız sadece. O zaman da “idealist” bakış açısı somut ve gerçek tarihin yerini alıverir. “Bilim tarihi kendisini doğuran, gelişmesini besleyen -ya da köstekleyen-, toplumlara bağlı olan ama aynı zamanda toplumları etkileyen, bilimsel etkinliğin gerçek birliğini yeniden kavramalıdır” diyor Alexandre Koyre.Bunu yapabilecek “Tarih Yazarı”nın vasıflarının ne mertebede olması gerektiğini düşündükçe de dudaklarım uçukluyor benim. Bu kapasite ve kaliteye sahip insanın kendini tarih yazmak yerine tarih yapmaya yöneltmesi beklenmez mi?Bir başka büyük bela ise aşırı uzmanlaşma. Bilim tarihini çağlara ayırır, konulara ayırır, bölük pörçük eder bu uzmanlaşma. Yapacak hiçbir şey de yoktur bunun karşısında. Bilginin zenginleşmesinin yeteneklerimizi çok aşmasının bedelidir uzmanlaşma.Allah konsantrasyonu icat edeni.....Neyse bozmayayım klavyemi şimdi.Ne olmuş sonunda? Biri tutmuş matematik tarihi demiş, öbürü fizik tarihi, beriki matematiği bile parçalayıp geometri tarihinin peşine düşmüş.E böyle Bilim Tarihi mi olur be!!!Sanırım artık bırakın Bilim Tarihini, İnsanlık Tarihinin yazılması bile hayal. Bu bolluk, bu bilgi bolluğu bokunu çıkartacak tarih yazmanın.Allah vere Tarih Yapma'nın boku çıkmaya.
Itinerarium mentis in veritatem - Aklın hakikate yolculuğu. Her deneme bu yolculuğun bir parçasıdır. Sorun bu yolculuğun ne zamanı, ne yaşı, ne de hangi şartlar altında yapıldığı değildir. Sorun bu yolculuğun nesnelliğidir. Yolculuk kriterleriniz gerçekçi mi, değil mi? Bakış açılarınız objektif mi, değil mi?..Hata veya doğruyu bu nesnellik belirler.İnsanın kendisine de aklına da tarafsız olması ne kadar zordur.Ne farkı var diyeceksiniz aklınız ile kendinizin. Eğer hep aklınız ile şekillenebilseydiniz hakikaten haklı olurdunuz. Ne yazık ki ya da şükür ki kendimizi hep aklımız yoğurmaz.Ben de yaptığım bu ufak ama bana göre anlamlı yazı yolculuğunda hakikati tarihle damgalamaya çalıştım. Ancak bu insanlık için küçük ama benim için büyük adımda bir tek şeyi bir daha öğrendim. Daha hiçbirşey öğrenememişim.Tek tek yukarıda uğraştığım bilim zıpırlarının hepsini tanırdım ben. Ancak birbirleri ile korrelasyonları eksikmiş bilgi dağarcığımda.Neyse...Pascal “İnsanlık hep yaşayan, hep öğrenen tek bir insan olarak düşünülürse onu incelerken kendi tarihimizle, dahası, kendi düşünsel yaşam öykümüzle uğraşıyoruz demektir” demiş. Yani;İnsanlığımı merak ediyorsam varım. Üstelik sıkıcı da değildir bu öykü. Gerçi bir felsefecinin eline ne verirsen ver, sıkıcı hale getirmeyi becerir ya. Bir tek şey biliyorum; Itinerarium mentis in veritatem dümdüz bir yol değildir. Hakikate giden yol tuzaklarla, engellerle, yanlışlarla kaplıdır.Hülasa...Süreklilik anahtar kelime. Hiçbirşeyde algılanamaz değişmeler olamaz. Tohumdan ağaca sıçrama diye birşey yoktur. Evreler mutlaka yaşanacaktır. Gerek salt düşünce akımları gerekse uygulamalı bilim evreleri yüzyıllar boyunca birbirlerini izler, birbirlerini itekler, birbirleriyle kesişir, birbirlerine karışır ve hatta birbirlerini köstekler.Tabii bu olgu bizi olayları evrelere ayırarak zaman dizinleri oluşturmamızı engelleyemez. Bu bizim için bir kolaylıktır. Az da olsa çağdaşlar arasında benzerlikler yakalayacağız ve onları gruplaştıracağız. Oyunun kuralı bu. En azından farklılıkları yanında üslup olarak önemli benzerliklerini yakalayacağız çağdaş insanların.Birşeyi daha unutmayalım. Dönemsel benzerlikler illa birbirini takip edecek diye de bir olgu yoktur. İlkçağın deneyden uzak tutumuna karşı Ortaçağ deneye yönelmiş, Yeniçağ deneyin esiri olmuş zamanımızın çağcıl-modern bilimi ise deneyden nerdeyse tamamen uzaklaşmıştır. Bizim dönemimizin bilimi neredeyse tamamen matematikselleşmiş olup masa başında ispatlanıvermektedir.Big-bang'in nesini deneyleyeceksiniz ki...Beni şu yaptığım kısa yolculukta en mutlu eden şey sonuca varırken insan aklının genleşmesi ve aynen boşluk gibi bilgiyi nereden va nasıl bulursa bulsun içine sıkıştırabilmesinden çok İlkçağın tanrı hakimiyetinden kaygısız bakış açısının Ortaçağın tanrımerkezci ahlaksızlığına yenik düşmesini alteden sırası ile humanist, metafizik, eylemci bakışlara yönelmesidir.Yani kısaca gökten (kimileri buna ahret de diyebilir) yere indirilerek herşeye hakim kılınmış Tanrı yanında taşıdığı ahret mutluluğu vaadine rağmen akılcı insan için tekrar ait olduğu yere, yani göklere iade edilmiştir.Bir kez ve son kez daha Aristoteles haklı çıkmıştır.Her şeye burnunu sokan Tanrı bilimsel olamaz. Doğa sürekli düzeltmeler ile idare edilesi bir mekanizma değildir.
Kendini bu yazıları okumak zorunda hisseden herkesten verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.
(Son)